uçup giden hayyalerim,1-bölüm
Oysa ne güzel başlamıştı bugün. Dün İzmit’teydi şirketin
işleri için. “Erken dönersem sana gelirim,” demişti. Ama ça-
lışmaları geç saatlere kadar sürmüş olmalıydı ki, ne telefon
edebilmiş ne de gelebilmişti. Ondan bir haber beklerken sa-
londaki eskimeye yüz tutmuş, pek de rahat olmayan somon
rengi kanepede uyuyakalmıştım.
Uyandığımda saat sabahın altısıydı. Biraz kırıklık vardı
üzerimde. Pencereleri açıp perdeleri camın sağında topladım.
Başımı pencereden dışarı çıkarıp sokağı seyrettim. Kimsecik-
ler yoktu dışarıda; bir grup martının çığlıkları dışında kayda
değer başka bir ses de…
Yüzüme vuran serin havanın etkisiyle içimin titrediğini
hissettim. Bir battaniye alıp tekrar kanepeye döndüm. Uzan-
dığım yerden, ilk gördüğüm anda bana arkadaş olacağını his-
settiğim ve daha sonra bu eve taşınmama neden olan genç ka-
yısı ağacını görebiliyordum.
İnce narin bir dalı, açık duran penceremden içeriye doğ-
ru uzanıyordu.
Ona ne zaman baksam içime huzur dolardı. Hele bir de
hafif bir rüzgar esti mi, yapraklarının hışırtısı bilmediğim bir
yerlere alıp götürürdü beni. Oysa bugün, kayısı ağacıma rağ-
men garip bir huzursuzluk vardı üzerimde.
“Uykusuzluktandır,” deyip geçiştirdim.
Bunun nedeni bütün gece onu beklemiş olmam değildi
elbette. Hem, biliyordum nasıl olsa bugün görüşürdük.Ağrı Dağı
Belli ki dün gece işleri uzayıp gitmiş, vaktin nasıl geçti-
ğini fark etmemişti. Fark ettiğinde ise uyumuş olduğumu dü-
şünerek geç bir saatte telefon edip beni uyandırmak isteme-
mişti.
Daha önce de buna benzer bir durum yaşamıştık. Yeni bir
projeyi zamanında teslim etmek için aralıksız çalıştığından o
zaman da yine buluşamamıştık. Ertesi günün akşamında tele-
fon edip sana geliyorum dediğinde yüreğim deli gibi çarpma-
ya başlamıştı.
Bu sabah da yine aynı beklenti içindeydim. Bugün de
Kerem kapıyı çalacak ve ben onu karşımda bulacaktım.
Üzerimdeki tedirginlik kaybolmuş epeyce rahatlamıştım.
Bana ilk kez dokunduğu o eşsiz geceyi hatırladım.
f Serin bir ilkbahar gecesiydi. Biraz ateşim vardı, ama ay-
nı zamanda üşüyordum da. Ayağa kalkacak gücü bulamıyor-
dum kendimde.Eylül Eraslan
Yakın arkadaşlarımdan birini aramayı düşündüm, ama
gece yansı olmuştu. Kimseyi endişelendirmek istememiştim.
Telefonun çalmasıyla irkildiğimi hatırlıyorum. Önümde du-
ran, ahşap ve camın birlikteliğinden oluşan sehpaya uzanıp
titreyen ellerimle telefonumu almıştım.
“Kerem arıyor,” diye yazıyordu.
‘Telefonu hiç açmasam,” diye düşündüm. Ama uzun
uzun çalan zil sesine de katlanamayacaktım.
“Hastayım, sonra konuşuruz,” demek için telefonu açtım,
ama o kapatmama izin vermedi. Beni o hâlde yalnız bıraka-
mayacağını söyleyip ardından; “Hemen oraya geliyorum,”
diye ekledi.
Birinin bana sıcak bir şeyler hazırlaması gerektiğini ve
buna gönüllü olduğunu tekrarlamıştı. Sesindeki samimiyeti
hissedebiliyordum; vazgeçmeyeceğini de.
Onunla eskiye dayanan bir arkadaşlığımız vardı. Ama
her zaman, aramızda sanki gizli bir mesafe var gibiydi. Bazen
onu tüm sıcaklığıyla yanımda bulurken, bazen de yakınımda
Olmasına rağmen aslında çok uzağımda gibiydi. Bu gizemli
yanını her zaman çekici bulmuş, ondan etkilenmiştim.
Bazı akşamlar İzmit’teki ofisten dönerken bana uğrardı.
Beraber kahve içer, keyifli vakit geçirirdik. Ama aramızdaki
sınırı hiçbir zaman ihlal etmez, kişisel konulara asla girmez-
dik. Onun yanında kendimi rahat ve güvende hissederdim.
Telefonu kapattıktan sonra çok geçmeden kapının zili
çalmıştı. Koridora yönelirken içime akan ılık duygulan ta-
nımlamaya çalışıyordum. \
Kerem beklenmedik bir anda bütün sıcaklığıyla yanımda
olmak istemişti.KMierım kavrulurken Ueçmışe
11
Kapıyı açtığımda üzerimdeki kot pantolonu işaret etti.
Bunun bir hasta için uygun bir kıyafet olmadığını söyleyerek;
“Üzerine pamuklu bir şeyler giymelisin,” diye ekledi. Sonra
da benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan doğruca mut-
fağa yöneldi. Biraz sonra elinde bir fincanla döndüğünde,
ben, üzerime pamuklu kırmızı eşofmanımı giymiş, kendimi
çoktan salondaki kanepeye bırakmıştım.
Hazırlamış olduğu bitki çayını büyük bir şefkatle içirdi
yudum yudum. Hemen ardından mutfağa gidip bu kez elinde,
daha önce hiç tatmadığım kadar lezzetli bir kase çorba ile ge-
ri döndü. Aynı şekilde çorbayı da içirdi elleriyle kaşık kaşık.
Yıllardır kimse ile bu denli içten bir bağ kurmamıştım ya
da kimse bana bu denli içten davranmamıştı. Birkaç yakın ar-
kadaşımla olan paylaşımlarım da içimdeki zırhı delip geçme-
ye yeterli olmamıştı. İçimde tanımlayamadığım bir boşluk
vardı. Ama bu gece Kerem, hiç zorlanmadan o zırhı aşmış vc
içimdeki hassas bir yere dokunmayı başarmıştı. Olabildiğin-
ce yumuşak ve bir o kadar da sıcaktı.
Çorba kasesini sehpanın üzerine koyarken yavaşça eğile-
rek gözlerimin içine baktı. Durgun yeşil bir göle benzeyen
gözlerinin derinliklerinde başka bir Kerem fark etmiş, onun
gözlerine kilitlenip kalmıştım. Orada, o yeşil gözlerin ta içle-
rinde o güne kadar özlemini çektiğim her şeyi görebiliyor-
dum.
Uzun uzun yüzümü seyretmişti. Bir bebeğin yüzüne ba-
kar gibi sevgiyle bakmıştı bana. Ateşime bakmak için birkaç
kez elini alnıma koyması dışında o ana kadar bana hiç dokun-
mamıştı. Oysa ben, o anda ona sıkı sıkı sarılmak istiyorduk1-
Tıpkı çocukken hasta olduğumda anneme sarılır gibi. Bu dÜ-~Eylül Eraslan
12
en sij .imaya çalışarak sehpanın üzerinde duran çor-
şüncemdee uzandım.
ba kasesine tan ç0rbamı içiyor, bir taraftan da şımarık bir ço-
cuı Bir taızlı nazlı mınldanıyordum. Bu arada o da alnıma
ve boynuma düşen saçlarımı adeta okşayarak yavaş yavaş ge-
riye atıyordu.
Parmaklarının dokundu yerlerin adeta yandığını hissedi-
yordum. Evet, boynum ve yüzüm yanıyordu. Yüzümü çevirip
onun durgun göl yeşili gözlerine baktım tekrar. Evet, ona sa-
rılma isteğim hâlâ devam ediyordu. Ediyor muydu? Hayır,
karşı konulmaz bir biçimde artmıştı.
Bunu hissetmiş olmalıydı ki aynı anda kollarını bedeni-
me doladı. Dakikalarca öylece kaldık. Sonrasında alnımdan,
yanaklarımdan, boynumdan öpmeye başladı. Her öpücükle
Kerem’in biraz daha içime aktığını hissediyordum. Sımsıkı
sarılmıştık birbirimize bedenimiz ve ruhumuz uyum içindey-
di. Hiç olmadığım kadar mutluydum. Yüzümü onun göğsüne
yaslamış, bir elimle de tişörtünü kavramıştım. Hiç bırakma-
yacakmış gibi. Tıpkı çocukken annemin bluzunu kavradığım
gibi. Çocukluğumdan kalma bir davranıştı bu. Ondan sonra
da hiç kimseyi böyle kavramamıştım.
Sanki yıllardır tanıyordum onu, hatta sanki ben gibiydi.
Aramızda tanımlayamadığım sessiz bir iletişim vardı. Hiç ko-
nuşmuyorduk.
“Biliyor musun?” diye başlayan bir soruyla sessizliği bo-
zan ilk ben olmuştum. Devam etmeme fırsat vermeden;
“Evet biliyorum,” demişti. “Sanki yıllardır birbirimizi ta-
nıyoruz, hatta birlikte var olmuşuz gibi değil mi?”
“İyi ama bunu söyleyeceğimi nasıl bilebilirsin ki?” diye
sordum. Cevabı daha da derindi;şüncemden sıyrılmaya çalışarak sehpanın üzerinde duran çor-
ba kasesine uzandım.
Bir taraftan çorbamı içiyor, bir taraftan da şımarık bir ço-
cuk gibi nazlı nazlı mınldanıyordum. Bu arada o da alnıma
ve boynuma düşen saçlarımı adeta okşayarak yavaş yavaş ge-
riye atıyordu.
Parmaklarının dokundu yerlerin adeta yandığını hissedi-
yordum. Evet, boynum ve yüzüm yanıyordu. Yüzümü çevirip
onun durgun göl yeşili gözlerine baktım tekrar. Evet, ona sa-
rılma isteğim hâlâ devam ediyordu. Ediyor muydu? Hayır,
karşı konulmaz bir biçimde artmıştı.
Bunu hissetmiş olmalıydı ki aynı anda kollarını bedeni-
me doladı. Dakikalarca öylece kaldık. Sonrasında alnımdan,
yanaklarımdan, boynumdan öpmeye başladı. Her öpücükle
Kerem’in biraz daha içime aktığını hissediyordum. Sımsıkı
sarılmıştık birbirimize bedenimiz ve ruhumuz uyum içindey-
di. Hiç olmadığım kadar mutluydum. Yüzümü onun göğsüne
yaslamış, bir elimle de tişörtünü kavramıştım. Hiç bırakma-
yacakmış gibi. Tıpkı çocukken annemin bluzunu kavradığım
gibi. Çocukluğumdan kalma bir davranıştı bu. Ondan sonra
da hiç kimseyi böyle kavramamıştım.
Sanki yıllardır tanıyordum onu, hatta sanki ben gibiydi.
Aramızda tanımlayamadığım sessiz bir iletişim vardı. Hiç ko-
nuşmuyorduk.
“Biliyor musun?” diye başlayan bir soruyla sessizliği bo-
zan ilk ben olmuştum. Devam etmeme fırsat vermeden;
“Evet biliyorum,” demişti. “Sanki yıllardır birbirimizi ta-
nıyoruz, hatta birlikte var olmuşuz gibi değil mi?”
“İyi ama bunu söyleyeceğimi nasıl bilebilirsin ki?” diye
sordum. Cevabı daha da derindi;şüncemden sıyrılmaya çalışarak sehpanın üzerinde duran çor-
ba kasesine uzandım.
Bir taraftan çorbamı içiyor, bir taraftan da şımarık bir ço-
cuk gibi nazlı nazlı mınldanıyordum. Bu arada o da alnıma
ve boynuma düşen saçlarımı adeta okşayarak yavaş yavaş ge-
riye atıyordu.
Parmaklarının dokundu yerlerin adeta yandığını hissedi-
yordum. Evet, boynum ve yüzüm yanıyordu. Yüzümü çevirip
onun durgun göl yeşili gözlerine baktım tekrar. Evet, ona sa-
rılma isteğim hâlâ devam ediyordu. Ediyor muydu? Hayır,
karşı konulmaz bir biçimde artmıştı.
Bunu hissetmiş olmalıydı ki aynı anda kollarını bedeni-
me doladı. Dakikalarca öylece kaldık. Sonrasında alnımdan,
yanaklarımdan, boynumdan öpmeye başladı. Her öpücükle
Kerem’in biraz daha içime aktığını hissediyordum. Sımsıkı
sarılmıştık birbirimize bedenimiz ve ruhumuz uyum içindey-
di. Hiç olmadığım kadar mutluydum. Yüzümü onun göğsüne
yaslamış, bir elimle de tişörtünü kavramıştım. Hiç bırakma-
yacakmış gibi. Tıpkı çocukken annemin bluzunu kavradığım
gibi. Çocukluğumdan kalma bir davranıştı bu. Ondan sonra
da hiç kimseyi böyle kavramamıştım.
Sanki yıllardır tanıyordum onu, hatta sanki ben gibiydi.
Aramızda tanımlayamadığım sessiz bir iletişim vardı. Hiç ko-
nuşmuyorduk.
“Biliyor musun?” diye başlayan bir soruyla sessizliği bo-
zan ilk ben olmuştum. Devam etmeme fırsat vermeden;
“Evet biliyorum,” demişti. “Sanki yıllardır birbirimizi ta-
nıyoruz, hatta birlikte var olmuşuz gibi değil mi?”
“İyi ama bunu söyleyeceğimi nasıl bilebilirsin ki?” diye
sordum. Cevabı daha da derindi;
Küllerim Savrulurken Geçmişe
“Çünkü ben de böyle hissediyorum.”
Sırılsıklam terlemiştim, artık daha iyiydim, üşümüyor-
dum.
Sanki bir iyilik perisi sihirli değneğini değdirmiş ve bü-
yülü bir dünya yaratmıştı. Ve bu büyülü dünyada bizden baş-
ka hiç kimsecikler yoktu. Sadece ikimiz vardık. Kollarını ha-
fifçe aralayıp yüzüme baktığında durgun göl yeşili gözlerine
bir kez daha kilitlendim. Olağanüstü bir arzu ile bakıyorlardı.
Alnıma yavaşça bir öpücük kondurdu. Sonra yanaklarıma,
sonra boynuma… Birkaç dakika önce soğuktan titreyen vü-
cudum, şimdi heyecandan titriyordu. Kerem’in ateş dudakla-
rını dudaklarımda hissettiğimde bedenimle beraber bütün ev
cayır cayır yanmaya başlamıştı sanki. Terden ıslanmış çama-
şırlarımı çıkarırken vücudumun her noktasını öpmüş, her bir
öpücükle zaten yanmakta olan vücudumdaki yangın daha da
büyümüştü. O gece bütün bedenimi öpücüklerle süslemiş,
kucağında taşıyıp beni yatağıma yatırdıktan sonra da sevgiy-
le koklayıp kollarında uyutmuştu…
O gecenin sabahında yatağımda başka biri olarak uyan-
mıştım. Yıllardır yokluğunu hissettiğim ama ne olduğunu bil-
mediğim eksik bir şey tamamlanmış gibiydim. Ellerim komo-
dinin üzerindeki kağıt ve kaleme uzanmış ve gece boyunca
duygularımı ifade etmek için bulamadığım sözcükler birbiri
ardına satırlara dökülmüştü;
Küçükken evimizin penceresinden bazen saatlerce,
önümde uzanan çorak toprağın bittiği yerde taaa uzaklarda
bütün ihtişamıyla gökyüzüne yükselen Ağrı Dağı’nı seyreder-
dim.
kulerimden savrulurken kecmişe ,
Kimi zaman, etrafında bulutların dans ettiği dorukların-
da hayal bile edilemeyen bir aşk vardı.
Doğanın aşkı.
Kimi zaman o ihtişamlı, göğe meydan okuyan koca dağ
utangaç yüzünü gizler günlerce görünmezdi. Giz vardı insanı
içine çeken.
Kimi zaman da masmavi gökyüzüne kavurucu güneşe bi-
le meydan okuyan karlı tepesiyle, kocaman koskocaman be-
deniyle “ben buradayım,” derdi.
Güven vardı insanı sarıp sarmalayan.
Evet, tam karşımda duruyordu. Mutsuz ve güvensiz his-
settiğim zamanlarda onun koynuna bırakırdım kendimi. Başı-
mı onun güvenli, gizemli, aşk dolu göğsüne yaslar kaybolur-
dum.
Artık hiç kimse beni incitemez, üzemezdi. Çünkü öyle bir
yerde kaybolmuştum ki, orada sadece ben vardım.
İşte Kocaman Adam, aslında dün gece ben, Ağrı Da-
ğı’nın koynundaydım.
Çocukluğumun o sihirli kahramanının koynunda. Üstelik
beni sarıyor, göğsüne basıyor, öpüyordu.
Kaybettiğim o dostu yıllar sonra yeniden bulmuştum.
Hem de en az çocukluğumdaki kadar ihtiyacım varken.
Biliyorum ki artık kaybetmeyeceğim seni, bir gün uzakla-
ra gitsen de. Belki gökyüzünde, ayda, belki bir kaplumbağa-
nın ağır adımlarında, belki bir çam kozalağında ya da deli
esen rüzgarlarda, hatta lodosun dalgalarında seni anacağım.
Kim bilir belki de yalnızlığın sessizliğinde.

admin

Share
Published by
admin

Recent Posts

Antalya rus escort

Antalya rus  escort bayanlarla aklınıza gelecek birçok fantezinizi gün ışığına çıkarabilir ve farklı deneyimler yaşayabilirsiniz.…

10 yıl ago

Antalya vip escort

Yapmış olduğu ve göstermiş olduğu ilgi vasıtası ile siz zevkli beyefendileri dünyanın en çekici erkeği…

10 yıl ago

Alanya vip escort

Günlerini ve gecelerini bu tür mükemmel bir seksle geçirmek isteyen beyler de web sitelerinin sunduğu…

10 yıl ago

antalya eve alan escortlar

antalya eve alan escortlar Çoğu insan onların cinsel açıdan ne kadar profesyonel olduğunu bilir ancak…

10 yıl ago

antalya yabancı escort

antalya yabancı escort Güler yüzleriyle her zaman hayata pozitif olarak bakmanızı sağlayacak olan antalya lara…

10 yıl ago